24 Ağustos 2017 Perşembe

SÜT VE BAL- KİTAP YORUMU


ARKA KAPAK

Performans sanatçısı Rupi Kaur bir süre önce feminist hareketin simgelerinden biri haline geldi. 

Kaur’un, “Her acının içinde bir tatlılık vardır,” fikriyle yola çıktığı ilk kitabı Süt ve Bal özellikle kadınlara ve tüm okuyuculara içinden geldiği gibi olmayı, yıkıcı ilişkilerin içinden çok daha büyük bir güçle çıkmayı ve bir kadının kendisiyle barışmaya başladığında nasıl özgürleştiğini anlatıyor. 



YORUM

"işin aslı hepimiz
sevmeye muktediriz
yine de zehir saçmak

hep tercihimiz"

Şiir kitapları okumaktan daima kaçınırım. Beni takip eden insanların da gördüğü üzere her zaman kurgudan yanayımdır. Aşırı takıntılı bir insan olduğum için okuduğum şiirlerin içinden çıkamam. Şiir benim için bir çeşit edebi bulmaca. Şiiri kaleme alan yazarın tek bir dörtlüğüne ya da dizesine saatlerce odaklanıp kaldığımı bilirim. Hissetmekten çok çözme odaklıyım maalesef. Bir anda okuyup bitirirsem şiirler hakkında zerre fikir sahibi olamamakla birlikte o anlık hissettiğim zevk dışında başka bir his içine giremiyorum.

Süt ve Bal'ı ilk çıktığı zaman fazla umursamamakla birlikte arkadaşım benden hediye olarak istediğinde satın alıp sadece kurcalamak için göz attığımda içindeki bazı şiirlerin beni etkilediğini fark ettim. Sonra yine aynı günün gecesi başına oturup birkaç şiirini okuduğumda ise kesin olarak başlamış bulundum. Bitirdim de bir mucize olarak -4 günde 😭- ve birkaç şiirin bende derin bir etki bıraktığını, zihnimde yer ettiğini kesin olarak kabullendim.

Bir şiirde veya toplu şiir kitaplarında puanlandırma olayına karşıyım ben. O yüzden Süt Ve Bal'a verecek bir puanım yok maalesef. Hisler, okurken insanın anladığı şeyler değişir şiirde. Özneldir. Şiirden aldığım hisleri de puanlandırmak biraz garip kaçıyor bana göre. Kimseyi eleştirmek gibi bir niyetim yok bunu belirteyim. Sadece bana göre bu olmalıdır, benim kendi düşüncem budur.

Süt ve Bal 4 bölümden oluşuyor. Her bölümde belli hisleri gruplandırıp kendince o hissin ucuna tutunup yazıyor şiirlerini yazar. Sancımak, Sevmek, Kırılmak ve Sağalmak. Bir kadının kendi kendine evrilmesini, duygularının aşama aşama değişmesini en sonunda "Sağalmak" bölümünde en son hâli ile yazdığı şiirlerini ve vedasını okuyoruz.

Süt ve Bal bana göre yer yer çok mahrem şiirler içeriyor. Bunun aşırı cinsel anlatımla alakası yok ama. Şiirlerde -bazılarında- sessiz bir çığlık hâkim. Sanki yazar yazmasa rahat edemeyecek, içinde tutamayacakmış gibi. Ve bu şiirleri okurken kendimce çözmeye çalışırken aşırı rahatsız olduğumu söylemeliyim.

~~
|"irkiliyorum bana dokunduğunda
yine o diye korkuyorum"|
~~ 

Yazarın pedofili, tecavüz, cinsellik, feminizm gibi birçok toplumda tabu olan konulara şiir kitabında yer vermesi gerçekten cesurca. Ancak bazı şiirlerinde altı bir türlü doldurulmamış, sadece yazmak için yazılmış şiirler mevcut bana göre. Sanki tepki çeken konularda şiir yazayım da beni "cesur" olarak addedip kitabımı satın alsınlar gibi.

~
|"parmaklarıyla 
oydu kadını adam
bir kavunun içini
kazır gibi"|
~~

Özellikle "Sevmek" bölümünde âşık olduğu veya sevdiği adam, adamlar hakkında şiirleri mevcut. Bu şiirlerde genellikle cinsellik ön planda. Bu konu hakkındaki görüşlerimi Haruki Murakami'nin İmkansızın Şarkısı adlı kitabında da bahsetmiştim. Eğer yorumu okuyanınız varsa ne demek istediğimi anlamıştır. Cinsellik asla okumaktan rahatsız olduğum bir konu değil. Bunu kendime tabu olarak hiçbir zaman koymadım. Yerinde cinsellik kitabın rengidir bana göre.

Biliyorum iki yazar aynı kulvarda değil, karşılaştırılamazlar bile. Sadece örnek olarak bahsediyorum. Bana göre Murakami'nin kitabında okuyucuya "büyük aşk" diye anlattığı şey sadece temeli cinsellik olan bir hoşlantı. İşte aynı şey Süt Ve Bal da da var. Rupi Kaur, aşkını anlatmak istediği şiirlerinde daima cinselliği işlemiş. Hissettigi bedenî duygular o kadar ön planda ki anlatılan aşkı seçemiyorsunuz okurken. Okuduğunuz sadece edepsiz birkaç sözcükten başka bir şey olmuyor. Bunun içindir ki "Sevmek" bölümündeki şiirleri maalesef birkaçı haricinde hissedemedim, sevemedim.

~~
| "sadece seni düşünmekle
ayrılır bacaklarım
ressamına susamış
bir şövale gibi"

~~

Süt ve Bal da en sevdiğim şiirler hiç kuşkusuz "Sancımak" ve "Sağalmak" bölümlerindeydi. İki zıt duygunun ait olduğu şiirleri okumak, bir kadının yaralarını sarmasını,özgürlüğünü ilan etmesini, evrilmesini okumak özellikle son bölümde çokça gözlerimi doldurdu.

Pedofili gibi iğrenç bir meseleyi naif kelimelerle gerçekçi bir şekilde anlatmak her insanın harcı değil bana göre. Bu konudaki şiirlerin bazılarında tüğlerimin diken diken olduğunu söylemek isterim.


Sonuç olarak beğenip beğenmeme konusunda hala emin değilim Süt Ve Bal'ı. Bir gün yine cesaret edip okursam  sanırım o zaman karar vereceğim buna. Ama  okuduğum 4 günde hem nefret ettim hem de sevdim. Sonrasında bana kalan birkaç kafa karıştırıcı soru,bir de küçük alıntılar oldu.

SEVGİLER...

21 Ağustos 2017 Pazartesi

DİMPLE VE RİSHİ TANIŞINCA-KİTAP YORUMU




ARKA KAPAK

Dimple Shah her şeyi düşünmüştü. Lise mezuniyetinin ardından, ailesinden ve annesinin sebebi tarif edilemeyen “İdeal Hintli Kocayı” bulma sevdasından uzaklaşmaya hazırdı. Ahhh! Dimple, ailesinin onun değer verdiği şeylere saygı duyması gerektiğini biliyordu. Şu an onun bir kocaya ihtiyacı olduğuna gerçekten inansalar, web tasarımcıları için düzenlenen özel yaz okulu programının parasını ödemezlerdi. Öyle değil mi?
 
Rishi Patel umutsuz bir romantikti. Ailesi gelecekteki müstakbel eşiyle aynı yaz okuluna gideceğini ve böylece onun gönlünü kazanma fırsatının doğacağını söylediğinde buna hazırdı. Çünkü etrafındaki pek çok kimseye saçma gelse de, Rishi görücü usulü bir evlilik yapmak istiyordu. Geleneklerin gücüne, istikrara ve kendisinden çok daha büyük bir kültürün parçası olduğuna inanıyordu.
 
Dimple ve Rishi birbirlerini çözdüklerini düşünüyorlardı. Ancak zıt yönleri çarpıştığında, “aşk” gücünü göstermek için beklemedikleri her yerde karşılarına çıkacaktı.




KİTAP YORUMU


"Rishi, eğilip onu şakağından öptü. Kulağına, "Tujhme rab dikhta hai," diye fısıldadı. Bu dans edecekleri şarkının söylendiği filmin içinde geçen iddialı bir replikti. "İçinde Tanrı'yı görüyorum," anlamına geliyordu. Onun gülümsemesini, gözlerini devirmesini izledi ve sonunda daha fazla dayanamayıp kulağına, "Seni seviyorum" diye fısıldadı."


Dimple ve Rishi Tanışınca, Hindistan kökenli Dimple'ın hayallerini gerçekleştirme yolunda ilk aşkıyla tanışma öyküsünü ve bu yolda başına geçen süreci konu ediniyor.

Hikâyemiz her ne kadar klasik bir olay örgüsüne sahip olsa da özellikle kadın karakterimiz Dimple'ın kendi ayakları üzerinde durma çabası ve bağımsızlığına giden yolda yeri geldiğinde aşkı bile karşısına alması nedeniyle klasik ilk aşk romanlarından bir tık önde bence.

Dimple ve Rishi arasında yavaş yavaş filizlenen ilişkiyi, hislerini kabullenme sürecini ve aşklarını kademe kademe okumak gerçekten çok tatlıydı. Birçok yerde aşşşırı tatlılıklarından kıkır kıkır güldüm. Gözlerimden de kalpler çıkmış bile olabilir. 😻

Ama benim kitabı sevip bağrıma basmama sebep olan şey, etnik kökenlerin farklılığı nedeniyle zorluk çeken karakterlerin psikolojilerinin iyi bir şekilde işlenmiş olması. Dimple'ın Amerikalı ve Hintli olmak arasında kalışı, bunu kendi stiliyle idare etme yöntemi, özellikle bazı geleneklere saygı duymakla beraber yine kendine özgü bir yöntemle karşı çıkıp bunu arkasında dimdik durabilmesi beni çoğu yerde kendine hayran bıraktı.

Genel olarak Dimple Ve Rishi Tanışınca'yı gerçekten sevdim. Özellikle Dimple karakteri favori kadın karakterlerimden bile olmuş olabilir. Güçlü, kendine yeten, hayallerinin peşinden giden karakterleri okumayı gerçekten seviyorum ben. Kitap boyunca kendini zerre ezdirmedi. Kendince çok güzel bir şekilde aşkına sahip çıktı. Ama kendi hayatı her zaman ön planda oldu.

Tek sorunum başta da belirttiğim gibi çok bilindik olay örgüsü üzerine kurulması kitabın. Birçok sahneyi,devamında olacakları maalesef tahmin ettim. Bunun dışında bitirdiğimde her karaktere hayran kalmakla birlikte içim sımsıcak oldu. Beni çok mutlu eden nadir kitaplardan biriydi.


Özellikle ilk aşkı konu edinen kitapları seviyorsanız ve Hint kültürüne ilgiliyseniz Dimple Ve Rishi Tanışınca sizlere önerim arasında. 

9 Ağustos 2017 Çarşamba

KUZEYİN DERİNLİKLERİNE GİDEN DAR YOL - KİTAP YORUMU



ARKA KAPAK


2014 MAN BOOKER ÖDÜLLÜ
TEK İSTEĞİM, GÜNBATIMININ VE BATIDAKİ TÜM YILDIZLARIN IŞIĞININ ÖTESİNE AÇILMAK, ÖLENE DEK

 
Mutlu bir adamın geçmişi yoktur, mutsuz bir adamın ise geçmişten başka hiçbir şeyi. Yaşlandığında Dorrigo Evans bu sözü bir yerde mi okuduğunu yoksa kendisinin mi uydurduğunu hiç bilemedi. Uydurulmuş, karıştırılmış ve kırılıp öğütülmüştü sözcükler, hem de pervasızca kırılıp öğütülmüş. Kayadan mıcıra, toza, çamura, kayaya ve böyle sürüp gidiyordu dünya; dünyanın neden böyle olduğuna dair bir açıklama veya sebep sorduğunda annesinin dediği gibi. Dünya böyledir, derdi hep. Sadece böyledir, evladım. 
 
İkinci Dünya Savaşı’nda Japonların eline esir düşen cerrah Dorrigo Evans, iki yıl önce amcasının genç karısıyla yaşadığı yasak aşkın anılarıyla baş başadır. Emri altındaki askerleri açlıktan, koleradan ve işkenceden kurtarmaya çalışırken bir gün eline bir mektup geçer. Ve okuduklarından sonra, eskiden olduğu adamdan yalnızca belli belirsiz izler kalır geriye. 
 





YORUM 

"Bir anlığına dehşetten kaçınamayacağı, şiddetin ebedi olduğu, en büyük ve tek hakikat olduğu, yarattığı medeniyetlerden daha büyük, bir insanın taptığı tüm tanrılardan daha büyük olduğu gerçeğine vakıf oldu. Sanki insan, onun âleminin ebedi olmasını sağlamak için vardı ve şiddet saçıyordu. Çünkü dünya değişmiyordu, bu şiddet her zaman vardı ve asla sonlanmayacaktı, insanlar diğer insanların botlarının, yumruklarının, dehşetinin altında ölecekti. İnsanlık tarihi şiddetten ibaretti.


Sanırım şu zamana kadar elime aldığım, okuyup bitirdiğim bir kitabın yorumunu yapmakta bu kadar zorlanıyorum. "Tek kelime ile mükemmeldi, etkileyiciydi!" gibi klişe sözlerle dile getirilebilecek bir kitap değil çünkü Kuzeyin Derinliklerine Giden Dar Yol. Vurucu, dehşete düşüren, okuyucuyu okurken hayretler içinde bırakan, insanın insana yaptığı acımasızlığı en gerçekçi bir şekilde anlatılan romanlardan.

Kitabımız İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonların eline esir düşen Dorrigo Evans komutasındaki askerlerin hikâyesini anlatıyor. Hat ismini verdikleri demir yolu inşaasında bu askerler ve daha birçok esir kötü hava koşulları, yaşamsal zorluklar nedeniyle birçok zorlukla karşılaşıyorlar, artık yaşamaları imkansız hâle geliyor. Ve işte kitabımız bu olayın getirilerini, insana psikolojik yansımalarını ve hayatlarının birçok noktasında onlara korkutucu bir şekilde iz bırakmasını konu alıyor.

Kuzeyin Derinliklerine Giden Dar Yol, okuyucuya bir kurgu olarak sunulsa da bu kurgu tamamen gerçeklerin üstüne yerleştirilmiş. Karakterler değişik, ortam farklı olsa da eminim ki tamamen yaşanmış olaylar. 


Ana karakterimiz Dorrigo Evans'ın esir düşmeden önce ve sonra başına gelen olaylara da yer veriyor kitabımız. Zaten kurgu karakterin üstüne kurulduğu için onun hikâyesini de okumak zevk veriyor okuyucuya. Yazarın Dorrigo'nun karakterine işlediği hafif şiirsellik, klişe bir romantizm kitaba gerçekten renk katmış. Gerçekçi bir trajedi, has bir dram gözüyle bakıyoruz bu yüzden kitaba. Sebebi ve sonucuyla, azıcık entrikasıyla Dorrigo Evans'ın hayatı kitabı birçok renge sahip kılıyor.

Ana karakterimizin etrafında dönen bu hikâye, kitabı birçok kitaptan ayıran bir özelliğe de sahip. Kuzeyin Derinliklerine Giden Dar Yol'da hiçbir karakter atlanmıyor, kitabın sonuna kadar adı geçmiş bütün karakterlerin hikâyelerini teker teker onların gözünden, onların hisleri ve diliyle okuyoruz.

Ve kitapta beni sarsan, tüylerimi diken diken eden asıl olay ise en ufak bir hareketin, anlatıcının verdiği en küçük bilginin, kararın kitabın sonunda birbirine bağlanması. Her şeyin bir nedeni var ve kitabın sonucunda bir şekilde ortaya çıkan sonuçları okuyoruz.


Kitabımızda işlenen asıl olay savaş, kölelik, insanın insana yaptığı canilikler gerçekten okurken cigerimi yaktı. Yazar bize bu durumu bir kurgunun içinde verse de başta da dediğim gibi geçmişte bu olayların yaşandığını biliyor okuyucu. Ve bu bilinçle okuyor.

Yazarın hikâyeyi anlatırken araya ufak ufak yerleştirdiği birçok eleştirisi mevcut. Özellikle imparatorlar ve büyük siyasi adamlara yapılan ince göndermeleri okurken sinsice zevk aldım.

Bu kötülüğün, vahşetin, acımasızlığın nedeninin ne olduğunu da yazar her bir karaktere ayrı ayrı sorgulatıyor. Eh haliyle kitabın sonuna doğru iyiler ve kötüler birbirine karışıyor. Çünkü asıl vurgulanmak istenen tek nokta aslında iyilik ya da kötülük yapmış her karakterin bir kurban olduğu.

Anlıyoruz ki bu kitap aslında otoriteye kurban edilmiş insanların hikâyesi. Kendi nedenleri ile hayatta kalmaya çalışma hikâyeleri.

Sonuç olarak kurgunun acımasızlığı, vuruculuğu ve insani içten içe yıpratan gerçekçiliği beni aşırı yordu; duygusal olarak sınıra getirdi. Birçok yerde kitaba ara vermek zorunda kaldım.

Tarihi gerçeklerin kurguyla harmanlandığı, yönetenlerin değil de yönetilenlerin anlatıldığı çarpıcı bir roman arayışındaysanız Kuzeyin Derinliklerine Giden Dar Yol'u sizlere canı gönülden tavsiye ederim.



 

Hunharca Okuyan Kız Template by Ipietoon Cute Blog Design and Bukit Gambang